İnsan kendi yolculuğunda yola çıkmaya korkuyor, bulutları nasıl izlesin?
İnsanlar neden evlenir? Evlenmekten ne anlıyoruz?
Sevgi, çocuk, mecburiyetler, rastlantısal sebepler… Sosyal bilimler insanın sosyal bir varlık olduğu ile başlar. Demek ki varoluştan kaynaklı şekilde sosyal olmak zorundayız. Şimdilik bunu kabul ederek devam edelim.
Bir annenin karnında büyüyor ve dünyaya geliyoruz. Doğduğumuzdan beri bir bakıcıya ihtiyacımız var. Tek başınalığın yükü ağır. Zamanla kendimize bakmayı bakmayı, ihtiyaçlarımızı tek başına karşılamayı öğreniyoruz. Etrafımızda insanlar olduğunda veya içerisinde yetiştiğimiz çevrede yaşıyorken, işimize/okulumuza devam ederken bile, yalnız hissedebiliyoruz. Bir anlam bulma gayeti, hayatı sorgulayan her insanın düşeceği çok karanlık ve derin bir kuyu. Bu çaba içindeyken bir şeylere inanmak istiyoruz. Dine, insanlara, enerjiye, futbola… Bu inançlar bir şekilde ayakta tutuyor bizi ve körü körüne de seviyoruz. Yaşadığımızı hissetmek için, bazı şeyleri sevmeye mecburuz.
Bilirsiniz kimileri erken evlenir. Çözülmemiş anne/baba problemleri, aile baskısı, maddi sıkıntılar, çok aşık olmak, hemen çocuk istemek gibi çeşitli sebeplerle lise/üniversite çağında evlenmeye sıcak bakarlar ve her potansiyel partneri, eş adayı olarak görüp genelde de ilk sevgilisi ile evlenirler. Düşük eğitim seviyesinde sık görülüyor bu durum nitekim. Kimileri de evlenmez. Hiç evlenmez. Bakım vermek zorunda olduğu biri vardır, psikolojik problemleri uygun ilişkiler kurmasına izin vermemiştir, evliliği gözünde çok büyütmüştür veya korkmuştur… Sonuçta herkes evlenmek zorunda değil, değil mi?
Ben arada kalan kısmını düşünüyorum. Hayat akışında, eğitim hayatı bittiğinde veya sona doğru yaklaşıldığında, iş bulup para kazanıyorken, artık mahalledeki teyzeler başta olmak üzere toplum dediğimiz o karanlık süperegosantrik topluluk hep bir ağızdan evlenmek zorunda olduğunuzu bağırır. Gerçekten bağırır. Çok net duyarsınız. Çünkü herkes evlenmiştir, yuva kurmak zorunludur. Aksi durumda siz defolu, yarım, eksik birisinizdir. Yaşlı insanların, genç insanları evlendirmek için fazladan bir gayreti vardır. Hem de azimle, fotoğraf ve video gösterip daha zengin arşivlerle seçenek sunarlar. Fakat bir problem var; etrafınızda 40-50 küsür yaşlarında, ilk evliliğinden mutlu olan insanlar var mı? Benim hiç yok.
Zihnimdeki vurgu bu şekilde:
Herkes evleniyor, neredeyse tamamına yakın evlenenler mutsuz, evlilikler kurtulsun diye çocuk yapılıyor ve insanlar ayrılıyor. Çoğu 2 ve daha fazla sayıda yeniden evleniyor.
O zaman neden bunu yapıyoruz? Neden ”orada ateş var, yanarsın” dediklerinde koşa koşa gidiyoruz? Çünkü köpek gibi istiyoruz, herkes gibi olmayı. Dışlanmamayı ve ”bakın ben de sizi gibiyim, sağlıklıyım, eksiğim yok” diye göstermeyi. İnsanoğlu bu: içi karanlık.
Yazının asıl öznesi, geç evlenenler aslında. Hayatın zevklerini tatmış, birçok ülke gezmiş, ”düzenini kurmuş” (bu kafa da ayrı sinir oluyorum) bu insanlar, 40-45 yaşında evlenmek istiyorlar. Sürekli, karşı koyamadığımız bir şekilde internet üzerinden evlenme teklif ediyorlar! Bunun adı kesinlikle açlık değil. Kişiler, aç değil. Görmedikleri birine evlilik teklif ediyorlar. Hem de kopyala-yapıştır sözcüklerle.
Büyük bir gerçek var ki, çocuk için evleniyoruz. Öyle çok aşka, sevgiye inandığımız için değil. Sosyolojik bir analizde ülkemizdeki erkeklerin sıcak yemek ve temizlik, kadınların çocuk ve sabit yaşam istedikleri için evlendiği ortaya konuyor. Aşka çok çok uzak bir yerdeyiz yani. Zaman geçtikçe hayatı yaşamış hissederken eğer hala bekarsak, biliyoruz ki yalnız öleceğiz ve yalnız ölmek, insanın en büyük korkularından. Başa dönüyoruz: ”Bir annenin karnında büyüyor ve dünyaya geliyoruz. Doğduğumuzdan beri bir bakıcıya ihtiyacımız var. Tek başınalığın yükü ağır.” Aslında anlatmak ve anlaşılmak, hastayken ilgilenilmek, özel günlerde hatırlanmak, sevildiğimizi hissetmek istiyoruz. Tek başına özgürce yaşlanmak ama yalnız ölmemek istiyoruz. Korkuyoruz çünkü. Boş bir hayat yaşamaktan ve kimsenin bizi hatırlamamasından, çok korkuyoruz.
